Koltuğumda oturuyorum, pencereden bulutlara bakıyorum ama içimde fırtınalar kopuyor. 35.000 feet yükseklikte, bir uçağın içinde, hayatımın en büyük anına doğru ilerliyorum. Karnımdaki minik mucize, artık beklemek istemiyor. Ama yanımda, elimden tutması gereken adam, kocam, burada değil. Onun yokluğu, içimde bir sızı, bir eksiklik gibi. Adını koyduğumuz bebeğimiz, Ece, sanki bu uzun yolculuğu daha fazla ertelemek istemiyor. Ama ben… Ben korkuyorum, üzgünüm ve yalnızım.Her şey planlıydı. İstanbul’dan New York’a, yeni bir başlangıç için uçuyorduk. Kocam, işlerinin yoğunluğu yüzünden bir hafta sonra gelecekti. “Sorun olmaz,” demiştim, “Nasılsa sekizinci aydayım, zaman var.” Ama Ece, sabırsız. Sancılarım iki saat önce başladı, hafif bir sızı derken şimdi dayanılmaz bir hal aldı. Kabin ekibi telaş içinde, bir doktor arıyorlar. Etrafta meraklı gözler, fısıldaşmalar… Ama kimse onun yerini dolduramıyor. Elbette, herkes yardımcı olmaya çalışıyor, ama o tanıdık sıcaklık, o güven veren ses yok. Devamı sonraki sayfada.. Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.