Bir hostes yanıma geliyor, elinde bir bardak su. “Sakin ol, her şey yoluna girecek,” diyor. Gülümsemeye çalışıyorum, ama gözyaşlarım engel oluyor. Kocamın sesini duymak istiyorum, ona “Keşke burada olsan,” demek istiyorum. Telefonum çekmiyor, bu yükseklikte onunla konuşmam imkânsız. Ece’nin ilk anlarında, babasının elini tutamayacak olması yüreğimi burkuyor. Onun gözlerindeki o sevgi dolu bakışı hayal ediyorum; Ece’yi kucağına aldığında yüzünde oluşacak gülümsemeyi. Ama şimdi, sadece ben varım, bir uçakta, bir avuç yabancıyla.Doktor olduğunu söyleyen bir kadın yaklaşıyor. Orta yaşlı, sakin bir ses tonu var. “Merak etme, seni yalnız bırakmayacağım,” diyor. Elbette minnettarım, ama içimdeki boşluk dolmuyor Sancılar sıklaşıyor, her biri beni hem fiziksel hem duygusal olarak sarsıyor. Ece geliyor, hissediyorum. Ama bu an, hayal ettiğim gibi değil. Kocamla birlikte hastanede, el ele, gülerek geçireceğimiz bir an olmalıydı. Onun yerine, metal bir kutunun içinde, gökyüzünde süzülürken doğuruyorum.Hostesler bir alan oluşturuyor, battaniyelerle etrafımı kapatıyorlar. Doktor kadın, nazikçe talimatlar veriyor. “Derin nefes al, ıkın,” diyor. Gözlerimi kapatıyorum, kocamın yüzünü hayal ediyorum. O burada olsaydı, alnımdan öper, “Sen güçlüsün, yaparsın,” derdi. O sözleri içimde tekrar ediyorum, kendime güç veriyorum. Ve sonra… Ece’nin ilk ağlaması. O minik, güçlü ses, bütün acımı unutturuyor. Kucağıma veriyorlar, minicik elleri, o kokusu… Ama gözyaşlarım durmuyor. Sevinçle karışık bir hüzün bu. “Keşke görseydin,” diye fısıldıyorum.Uçak inişe geçtiğinde, Ece kucağımda uyuyor. Kocama yazacağım mesajı düşünüyorum: “Ece geldi, ama sensiz…” Onunla bu anı paylaşamamak içimi yakıyor. Ama Ece’nin minik kalbi, benimkini sarıyor. Belki de bu hikâye, yalnızlığın değil, bir annenin gücünün hikâyesi. Yine de, keşke o burada olsaydı.